Avrupa dışındaki sanat geleneklerinde —Hint, İran, Afrika ve Amerika yerlilerinin sanatında— çıplaklık hiçbir zaman böyle edilgen değildir. Bu geleneklerde, bir yapıtın konusu cinsel çekicilikse, yapıt iki kişi arasındaki etkin cinsel sevişmeyi gösterir. Kadın da erkek gibi etkindir; her ikisi de öbürünü içine alacak biçimde hareket eder.
![]() |
Rajansthan, 18. yüzyıl |
![]() |
Vişnu'yla Laksmi, 11. yüzyıl |
Şimdi artık Avrupa geleneğinde çıplaklıkla nü’lük arasındaki ayrımı görebiliriz. Nü adlı kitabında Kenneth Clark, çıplak olmak giysisiz olmaktır der; oysa nü bir sanat biçimidir. Ona göre nü, resmin çıkış noktası değil resmin ulaştığı bir görme biçimidir. Bu, bir ölçüde doğrudur —ama bir nü’yü görme biçimi yalnız sanatta olmaz: Nü fotoğraflar, nü pozlar, nü hareketler de vardır. Doğru olan nü nün her zaman töreleştirildiğidir —bu töreleri koyan da belli bir sanat geleneğidir.
Bu törelerin anlamı nedir? Nü neyi gösterir? Bu soruları yalnızca sanat biçimi açısından yanıtlamak yetmez; çünkü nü nün yaşanan cinsellikle ilgili olduğu apaçıktır.
Çıplak olmak insanın kendisi olmasıdır.
Nü olmaksa başkalarına çıplak görünmektir; insanın kendisi olarak algılanmamasıdır. Çıplak vücudun nü olabilmesi için bir nesne olarak görülmesi gerekir. (Vücudun nesne olarak görülmesi nesne olarak kullanılmasına yol açar.) Çıplaklık kendisini olduğu gibi ortaya koyar. Nü’lükse seyredilmek üzere ortaya konuştur.
Çıplak olmak açık olmaktır.
Seyredilmek üzere ortaya çıkmak insanın derisinin, vücudundaki kılların, bu durumda hiç bir zaman çıkarılıp atılamayacak bir çeşit örtüye dönüşmesi demektir. Nü hiç bir zaman çıplak olamayacaktır. Nü’lük bir çeşit giyinikliktir.
Sıradan Avrupa nü resimlerinde asıl kahraman hiçbir zaman resimde görünmez. O, resmin önündeki seyircidir ve erkek olarak kabul edilir. Her şey ona göre yapılmıştır. Her şey onun orada bulunmasından dolayı olmuş gibi görünmelidir. Resimdeki vücutların nüleşmesi onun içindir. Ama o, tanımı gereği bir yabancıdır —giysileri üstünde olan birisidir. Bronzino’nun Zaman ve Sevgi Orunlaması’nı düşünün.
Resmin ardındaki gizli karmaşık simgeler bizi şimdilik ilgilendirmez, çünkü bu simgeler cinsel çekimi —birinci derecede— etkilemez. Bu herşeyden önce cinsel kışkırtma amacıyla yapılmış bir resimdir.
![]() |
Venüs, Küpid, Zaman ve Sevgi, Bronzino, Bronzino (1503-1572) |
Resim, Fransa Kralı’na Floransa Dükü tarafından armağan olarak gönderilmiştir. Mindere diz çökerek kadını öpen çocuk Küpit’- tir. Kadın da Venüs’tür. Oysa kadının duruşunun öpüşme hareketiyle hiç ilgisi yoktur. Vücudunun böyle resmedilişi kadını resme bakan erkeğe sergilemek içindir. Resim, o erkeğin cinselliğini uyandırmak için yapılmıştır. Kadının cinselliğiyle hiçbir ilgisi yoktur. (Bu resimde görüldüğü gibi Avrupa geleneğinde de kadın vücudundaki kılları genellikle resme geçirmeme alışkanlığı aynı amaca hizmet eder. Kıl, cinsel güç ve tutkuyla ilgili görülmüştür. Kadının cinsel tutkusunun az gösterilmesi gerekir ki seyirci kendisini bu tutkunun tekelcisi hissedebilsin.) Kadınlar orada bir açlığı gidermek için bulunurlar; kendi açlıklarını doyurmak için değil.
Şu iki kadının yüzlerindeki ifadeyi karşılaştırın:
Bunlardan biri Ingres’in ünlü resmindeki modeli, öbürü de açık saçık dergilerden alınmış bir fotoğraf modelini gösteriyor.
İkisinde de yüz ifadeleri şaşırtıcı bir benzerlik göstermiyor mu? Kendisine baktığını sandığı erkeğe —onu hiç tanımamasına Karşın— nazla bakan bir kadının yüz ifadesidir bu. Burada kadın seyredilen birisi olarak dişiliğini sunmaktadır.
Resimlerde bazan kadının erkek sevgilisinin sergilendiği de doğrudur.
![]() |
Baküs, Ceres ve Küpit, Von Aachen (1552-1615)
|
Ne var ki resimdeki kadının ilgisi hemen hemen hiç bir zaman ona yönelmez. Çoğu zaman kadın ona bakmaz bile; resmin dışına, kendisini kadının gerçek âşığı sanan kişiye —seyirci sahibine— bakar.
Sevişen bir çifti gösteren özel bir açık saçık resim türü daha vardı (özellikle on sekizinci yüzyılda). Bu resimlerin karşısında bile seyirci sahip resimlerdeki adamı ya yok sayıyor ya da kendini onun yerinde düşlüyordu. Avrupa dışı resim geleneklerindeki çiftlerin imgeleriyse, bunun tersine, bir çok çiftin aynı anda seviştiği düşüncesini uyandırır. Hepimizin binlerce eli, binlerce ayağı var; hiç yalnız kalmayacağız-’
Yenidendoğuş sonrası Avrupasında cinsel imgelerin hemen hepsi önden gösterilmiştir —ya gerçekten önden verilmiştir ya da öne yansıtılmıştır— çünkü asıl cinsel kahraman resme bakan seyirci sahiptir.
Erkekliğin böylesine şişirilmesinden doğan gariplik, on dokuzuncu yüzyılın akademik sanatında doruğuna ulaştı.
Devlet adamları, işadamları böyle resimlerin altında yapıyorlardı iş tartışmalarını. İçlerinden birisi yenik düştüğünü hissettiği zaman avunmak için başını kaldırıp resimlere bakıyordu. Resimde gördükleri ona erkek olduğunu bir kez daha anımsatıyordu.
Avrupa yağlıboya resim geleneğinde bütün bunların dışında kalan başka nüler de vardır. Gerçekten de bunlara nü bile denemez artık —çünkü o sanat biçiminin kurallarını bütünüyle yıkmışlardır. Bunlar gerçekten sevilen kadınların az ya da çok çıplak resimleridir. Geleneği oluşturan yüzbinlerce nünün arasında belki yüz kadar tutar bu değişik nüler. Bunların her birinde ressamın o kadını kişisel olarak görüşü öylesine güçlüdür ki seyirciye yer kalmaz. Ressam, görüşüyle kadını kendisine sımsıkı bağlamıştır; artık ikisi taşa yontulmuş bir çift gibi iç içedirler. Seyirci olsa olsa yalnızca onların ilişkisine tanık olabilir; bundan öte birşey yapamaz. Dışlanan birisi olduğunu kabul etmek zorunda kalır. Resimdeki kadının salt o seyretsin diye soyunmuş olduğuna inandıramaz kendini. Kadını nüleştiremez. Ressam kadını resme geçirirken onun istemiyle eğilimlerini hem imgenin yapısına hem de vücudunun ve yüzünün ifadesine sindirmiştir.
![]() |
Uzanmış Kadını Çizen Adam, Dürer (1471-1528) |
Dürer kusursuz nü’nün, yüzün bir
kadından, göğüslerin bir başkasından, bacakların üçüncü bir kişiden, omuzların
dördüncü bir vücuttan, ellerin beşinciden vb. alınarak yapılabileceğine
inanıyordu.
Elde edilen sonuç İnsan'ı görkemli
kılacaktı. Oysa böyle bir- şeye girişmek, bir insanın kim olduğunu hiç dikkate
almamak demekti.
Avrupa nü sanatında ressamlar ve
seyirci-sahipler erkekti, nesne olarak işlenen kişilerse çoğunlukla kadın. Bu
ters ilişki ekinimize öylesine sinmiştir ki bugün bile sayısız kadının
bilincine biçim vermektedir. Kadınlar kendilerine karşı, erkeklerin onlara
karşı davrandığı biçimde davranmaktadırlar. Kadınlar da, erkeklerin onların
karşılarında yaptıklarını yapıp kendi dişiliklerini
seyretmektedirler.
Modern sanatta nü türü önemini bir
ölçüde yitirmiştir. Sanatçıların kendileri de bu önemden kuşkulanmaya
başlamışlardır artık. Birçok bakımdan olduğu gibi Manet bu bakımdan da bir dönüm
noktası sayılır. Manet’nin Olympia’sını Titian’ınkiyle karşılaştırırsak
Manet’nin geleneksel yerine oturtulmuş olan kadının resminde bu yere belli bir
başkaldırmayla karşı çıkmakta olduğunu görürüz.
![]() |
Urbino'nun Venüs'ü, Titian (1487-1576) |
İdeal
kadın imgesi bozulmuştur. Ne var ki onun yerine konan şey —yirminci yüzyılın
başındaki öncü resmin değişmez kadını olan — yosmanın ‘gerçekliği’nden öte
birşey değildir. (Toulouse-Lautrec, Picasso, Rouault, Alman Dışavurumculuğu vb.)
Gelenek, akademik resimde de sürdürülmüştür.
![]() |
Edouard Manet (1832-1883), Olympia, 1863 |
Bu geleneği besleyen tutucu değerler
günümüzde daha geniş alanlara ulaşabilen yollarla —reklâmlar, gazeteler ve
televizyonla— yaygınlaştırmaktadır.
Gene de kadınları görme biçimi, imgelerin kullanılışı temelde
değişmemiştir. Kadınlar erkeklerden çok değişik bir biçimde gösterilir —dişinin
erkekten başka olmasından gelen bir şey değildir bu— ideal’ seyircinin her zaman
erkek olarak kabul edilmesinden, kadın imgesinin onun gururunu okşamak amacıyla
düzenlenmesindendir. Bunun böyle olduğundan kuşkunuz varsa şu deneyi yapın: Bu
kitaptan geleneksel bir nü imgesi seçin. Kadını erkeğe dönüştürün. Kafanızda ya
da resmin üstünde oynayarak yapabilirsiniz bunu. Sonra da bu değişikliğin
yarattığı sarsıntıya bir bakın. İmgede değil, kafanızda tasarladığınız
seyircinin içinde yaratacağı sarsıntıya!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder